2019 sonlarında Çin’de başlayıp 2020 başlarında tüm Dünya’ya yayılan Covid 19 yani Corona virüsü ile insanlık olarak topyekün mücadele ediyoruz. Salgın bir dönem Dünya üzerinde ki canlılar içinde bir tek insanoğlunu evlerine hapsetti. Yaşam tarzımızda da önemli değişiklikler yaptı. Maske ve dezenfektanlarımız hayatımızın bir parçası haline geldi. Virüse yakalanmamak için sevdiğimiz veya yakın olduğumuz kişilerle sımsıkı kucaklaşamıyor, tokalaşamıyoruz bile. İstanbul’da ki salgın hastalıkların tarihini yazmadan önce geçmişteki ve günümüzde ki sağlık çalışanlarımızın hepsine bu dönemlerde ki cansıperane ve özverili çalışmalarından dolayı sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Tarih boyunca deprem, yangın, kıtlık ve iklim değişiklikleri gibi doğal afetlerin yanında insan ölümlerinin bir diğer önemli kaynağı da salgın hastalıklar oldu. Kısa sürede hızla yayılarak binlerce hatta milyonlarca insanın ölümüne yol açan salgın hastalıklar imparatorluklar çökertmiş, orduları kırmış, toplum psikolojisinde derin tahribatlar yapmıştır. İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan salgın hastalıklar toplumların birbirleriyle olan ticaret münasebetleri, savaşlar ve göçler sayesinde yeni yayılma alanları bularak daha evvel hiç görülmedikleri alanlarda çok sayıda ölüme ve güçlü devletlerin zayıflamasına sebep olmuştur. Bazı bölgelerde hayat tarzlarının neden olduğu sağlıksız ortamlar, çevre dengesinin bozulması, kıtlıklar, doğal afetler ve daha birçok sebep sonucunda salgın hastalıklar ortaya çıkmış ve tedavi usulleri bulununcaya kadar toplu ölümlere yol açmış ve insanlık tarihinde önemli rol oynamıştır. Kıtalararası konumu nedeniyle uluslararası ulaşım ve ticaret yollarının kesiştiği İstanbul, tarih boyunca veba, kolera, frengi, cüzzam, verem, sıtma, kuşpalazı, tifüs, influenza gibi hastalıklarla mücadele etti ve şehirde pek çok can aldı. I. Justinianos zamanında 541’de başlayan ilk büyük veba salgını “Jüstinyen Vebası” adıyla tarihe geçti. Jüstinyen Vebası denmesinin sebebi İmparator Jüstinyen’in de bu hastalığa yakalanmış olmasıydı. O yıllarda İstanbul sakinlerini beslemek için Mısır’dan tahıl ithal ediliyordu. Mısır’dan limana gelen gemilerdeki farelerin taşıdığı veba kısa sürede kenti ele geçirdi. Ölü sayısını artmasıyla kent karantinaya alındı. Günlük ölü sayısının 5 bini bulduğu İstanbul’da veba yaklaşık 200 sene can almaya devam etti. O zaman nüfusu 600 bin civarı olan İstanbul’da 240 bin kişi hayatını kaybetti. Fetihten sonraki ilk salgın Avrupa’yı kasıp kavuran veba 1467 yılında İstanbul’a sıçramıştır. O tarihlerde herhangi bir kayıt tutulmadığı için günlük ölü sayısına dair bir veri bulunmamaktadır. Fakat kentte hayatın durduğu ve ölülerin bedenlerinin bile bir süre sokaklardan kaldırılmadığı iddia ediliyor. Tarihçilerin tahminine göre o tarihte 100 binin üzerinde İstanbul’lu hayatını kaybetmiştir. Veba kente yayılırken Rumeli seferinden dönen Fatih Sultan Mehmet salgın haberini alınca İstanbul’a değil Sırbistan’ın Misya kentine geçmiş ve veba bitene kadar Misya’da kalmıştır. İstanbul’da yaşanan önemli salgınlardan biri olan 1491 veba salgını kentteki gündelik yaşamı felç etmiş ve kısa süreli kıtlığa neden olmuştur. Sultan II. Beyazıt vebadan dolayı kentteki ölümlerin artması üzerine hastalığın kendisine bulaşacağından korkup Edirne’ye gitmiştir. Bu tarihlerden sonra çok defalar salgın hastalıklara maruz kalan İstanbul’da 1560 yılı ile beraber mahalle aralarındaki mezarlıklara, kilise ve cami bahçelerine defin işlemi yasaklandı. O zamanlar boş ve kırlık olan Taksim mezarlık alanı olarak tahsis edildi. Şimdiki Askeri Müze’den Gezi Parkı’na uzanan arazi Ermenilere, şimdiki AKM’nin arkasından Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne inen bölüm Müslümanlara ve arada kalan bölüm Rumlara mezarlık alanı olarak verildi. Ardından İstanbul 1637’de “Büyük Taun” ve 1655’de “Şiddetli Taun” adı verilen veba salgınlarıyla sarsıldı ( Taun : Veba’nın Osmanlıca ismi ). O dönemdeki salgınlarda İstanbul’da bulunan Avrupa’lılar ve dönemin Levanten’leri Boğaziçi’ndeki köylere çekiliyorlardı. Böyle zamanlarda en revaçta olan yerler Tarabya, Büyükdere ve Kefeliköy’dü. Bu tarihlerden sonra veba salgını İstanbul’da sıkça görülen bir durum haline geldi. Kentin Karaköy gibi işlek bir limana sahip olması dönemin hijyen alışkanlıkları sebebiyle kentte defalarca veba ve kolera salgını yaşandı. Tarihçi Halil İnalcık’ın verdiği bilgilere göre 1625, 1637, 1648, 1653, 1673, 1765, 1792, 1812, 1837, 1845 ve 1847 yıllarında salgın hastalıklar görüldü. Bir sonra ki sayımızda yazımızın ikinci bölümü ile yine birlikte olacağız. Sağlıcakla kalın

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner23

banner24