Devlet Bahçeli’nin sürpriz çıkışıyla başlayan süreç tam anlamıyla Meksika açmazına döndü.
Meksika açmazı terimi kısaca olaya karışan hiçbir tarafın kazançlı çıkamayacağı içinden çıkılmaz durum, çıkmaz, açmaz olarak İngilizcede kullanılan argo bir deyimdir, sanırım İmralı sürecini daha iyi hiçbir cümle özetleyemezdi. Öncelikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan alışılmışın dışında bu süreçte kendisini geri çekerek bir komisyon kurulmasını talep etti, böylelikle oluşabilecek tüm olumsuz gelişmelere karşı bir güvenlik kalkanı arkasında durmuş oldu. Özellikle CHP’nin bu komisyona katılması hayati bir önem arz ediyordu, sonuçta alınacak tüm kararlar ve süreç TBMM çatısı altında ortak bir karar ile ilerlenmiş olacaktı. Ancak İYİ Partinin sürece dahil olmaması daha ilk dakikadan süreçte çatlaklar oluşmasına sebep oldu. CHP yönetimi için ise durum tam anlamıyla yukarı tükürsek bıyık, aşağı tükürsek sakal durumunda, bir taraftan bel bağladıkları ve kent uzlaşısıyla iyice kenetlendikleri DEM Parti ile ters düşmek istemiyorlarken bir taraftan da asıl tabanları olan Atatürkçü ve seküler seçmene durumu izah etmeye çabalıyorlar. CHP yönetimi tabanına komisyona katılma sebeplerini, içeride olarak konuşulan ve alınacak kararlara müdahil olarak Türk halkının neler konuşulduğunu ve ne kararlar alındığını duyurabilmek olarak izah etti. Bu açıklama tabanda olumlu karşılık bulmuş ve CHP yönetimine rahat bir nefes aldırmışken daha ilk toplantıda komisyonda yapılan görüşmeler için gizlilik kararı çıkması ve oylamada CHP’nin olumlu oy kullanması her şeyi başa sardı. Gel zaman git zaman bu komisyon Dem Parti hariç tüm partilere oy bazında sıkıntı yaratmaya başladı ve aslından ciddi bir konuda ne konuşuldu nede harekete geçildi. Tam süreç acaba bitiyor ve başlamadan sona mı erecek derken MHP genel başkanı Devlet Bahçeli yeniden sazı eline aldı ve bombayı ortaya koydu. Bahçeli İmralı’ya kimse gitmezse bizzat kendisinin gideceğini açıkladı. Bu olay komisyon için yeniden yükselen büyük bir krize sebebiyet verdi. Anneler ağlamasın ve terörsüz Türkiye diyerek bir çözüm arayışında bulunmak başka bir şeydir, ancak düne kadar bebek katili denilen terörist başı Abdullah Öcalan’ın yanına giderek karşılıklı görüşme yapmak ve devletin doğu sorunu olarak nitelendirebileceğimiz durumlar için Öcalan ile ortak bir hareket planı hazırlaması apayrı şeylerdir. Bu durum Cumhur ittifakı içinde bile kırılmalara yol açtı ve ilk olarak Demokrat Parti komisyondan ayrılma kararı aldı. Muhalif kesim içinse CHP yönetiminin ne yapacağı bekleniyordu ve CHP İmralı’ya gitmeme kararı aldı. Şimdi burada CHP seçmeni elbette rahat bir nefes aldı ve Atatürk’ün partisi olarak terörist başının ayağına gitmedik diyebildi. İşte ben burada özellikle CHP seçmenine bir iki şey söylemek istiyorum, partinizin üzerinde ne kadar büyük bir güç olduğunuzu sanırım anlayabilmişinizdir, ancak iki kutuplu bir siyaset ortamında önemli olan bizim kazanmamız değil, karşı tarafın kaybetmesi olarak hayata bakarsanız parti yönetimi dalgalı bir denizde yelkensiz bir gemi misali sallanır durur. Madem Terörist başına gitmek ters bir durum, o zaman neden komisyonda yer alıyor partiniz. CHP’nin komisyonda tek başına bir kararı zorlama gücümü var? DEM Partisinin %8-10 oy oranı çok çok önemli görülüp her türlü tavize tamam demek normal iken, en az %15-20 oranına sahip Türk milliyetçi oyları bu kadar mı değersizde her seferinde nasılsa isteseler de istemeseler de oyları bizim diyerek boş verilip gönülleri kırılıyor. Daha 2 sene öncesine kadar Pirom diye bağrınıza bastığınız, diğer muhalif kesimlerin tamamı Kemal Kılıçtaroğlu yanlış aday yapmayın derken ağız dolusu hakaretler edip Ak Partili olmakla suçlarken bugün adamı partiden ihraç etme noktasına neden geldiniz.
Kimse kusura bakmasın tek suçlu sizlersiniz, CHP seçmeni olarak kazanmaktan çok karşı taraf kaybetsin de ne olursa olsun derseniz, yapılan yanlışlara benim partimin yanlışları gözüyle bakarsanız bugün yaşanılan her şeyde önce kendinize dönüp bir hesaplaşma yaşamanız gerekir. Şunu hatırlatmak istiyorum, siyasetçilerin büyük bir kısmında temel amaç yükselmek ve gücün başına geçmektir, bunun için yeri geldiğinde ideolojilerinin veya tabanlarının tam aksi yönde hareket edebilirler, seçmen olarak bizlerin en önemli görevi ve unutmaması gereken ilk düşünce siyasetçilerin bizler tarafından seçilen yani bizim çalışanlarımız olduğudur. Onları değiştirmek ya da dizginlerini çekmek bizim görevimizdir, yanlış yapanları, olsun o bizim adamımız dersek, yapılan yanlışları görmezsek siyasetçilerin gözünde kusura bakmayın ama güdülen oy koyunlarından başka bir şey olamayız.
Nasıl bir Türkiye hayal ediyorsak önce bunu kendimizi düzelterek sonrada siyasetçilerimize direterek gerçekleştirebiliriz.