Yeşile bürünmüş dağların pembe yaban çiçeklerine vuran deniz kokusuyla geldi bahar.
Bademler çiçeğini döktü, yapraklandı çınarların, dutlar belirdi dallarda.
Bu sabah erkenden uyandı çocuklar 23 Nisan’a. Atatürk şiirleri okuyup, bayrakları salladılar. Kimisi doktor olacak, kimisi pilot, kimisi avukat. Dünyada her geçen gün dozu artan gerginliğe inat, umut dolu çocuklar...

Bu bahar, bahar da şaşkın.
Pula dönen para, parayla satın alınan haklar; yemek tarifi kitabından farkı kalmayan, sürekli değiştiğinden dolayı artık sanaldan takip edilen kanunlar; çubuğu kırılmış teraziden umulan adalet; her sabah gidilen, akşam dönülen iş; gün içinde maruz kalınan sayısız sorunun “aslında her biri kâbussmuş” demek için dalınan uykular...
Çocukların bayram sevincini yarıda bırakan deprem, milyonları sokağa döktü.
Unutulmaya yüz tutmuş 6 Şubat geldi hemen akıllara.
Giden canlar, kalanların çaresizliği, hâlâ sarılmayı bekleyen yaralar...
Uykudaki insan uyanır gibi olmuştu 6 Şubat’ta, ama yataktan kalkmak zor geldiği için dalıverdi yine uykuya.

23 Nisan’da çocukların kahkahalarını bölen bu deprem; insanın özüne dönmesi adına bir uyarı mı yoksa?
Nefsinin, kibrinin, içinde besleyip büyüttüğü egosunun kölesi olan insan uyumaya devam edecek mi?
Yoksa bu bahar gününde açan papatyayı ruhunda hissedip, özüne dönecek mi?

Bir çocuk gibi saf, temiz, masum değilse kalpler, damarda akan katransa eğer nisan yağmuru bunca kiri nasıl temizler?
Yatağa gömülüp uyumaya devam edenler kirlerinden memnun gibiler.
Uyanıp bedenini çimenlere atanlar, gönüllerindeki yüklerden arınıp sevgi boyutuna ulaşmak için nisan yağmuruna kendilerini bırakıverdiler.

Bir sonraki baharda; renk renk çiçeklerle birlikte arınmış kalpler, bulunmuş ruhlar, kahkahası dinmeyen çocuklar, sağlam teraziler görme ümidiyle...