İşte Erdoğan'ın konuşmasından satır başları: Bugün milletin evinde buluşmaya vesile olan Sağlık Bakanlığımıza, Bakanlığımızın ekibine ve ayrıca Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığımıza teşekkür ediyorum.
Yurt dışından ülkemize, kurultayımıza ve ödül merasimimize teşrif eden katılımcılara, başkentimiz Ankara’ya hoş geldiniz; şeref verdiniz diyorum. Kurultay çerçevesinde düzenlenen “Üreten Sağlık İş Forumu”ndan çıkan sonuçların, başta sağlık sektörümüz, üniversitelerimiz ve Türk sağlık bilimi olmak üzere milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Farklı kategorilerde TÜSEB ödüllerine layık görülen bilim insanlarımızı, değerli hekimlerimizi canı gönülden tebrik ediyorum. Bu sene ebediyete irtihal eden ve adına ödül takdim edeceğimiz Prof. Dr. Gazi Yaşargil hocamızla birlikte tıp bilimine katkıda bulunmuş, ancak bugün aramızda olmayan hocalarımızı ve doktorlarımızı da bu vesileyle rahmetle, şükranla yâd ediyorum.
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın iftihar ettiği bilim insanı, kıymetli Aziz Sancar hocamıza da hayırlı ve uzun ömürler diliyor; Nobel ödülü alacak daha nice çalışmalara imza atacağına yürekten inanıyorum.
Değerli misafirler, saygıdeğer bilim insanları, yeryüzünde insan hayatından, insanın sağlıklı, onurlu, özgür bir hayat sürmesinden daha kıymetli bir şey yoktur. İnsanın asli varlığına musallat olan marazları ortadan kaldırmak; insan bedenini ve ruhunu sağlıklı kılmak, yaralarını sarmak, hastalıklarını iyileştirmek, acılarını dindirmek meselesi insanlık tarihi kadar eskidir. Deva ve şifa arayışı yeryüzünde insanla başlamıştır ve devam etmektedir.
Esasında bütün kadim geleneklerin, bütün dinlerin, bütün köklü düşünce ve felsefe akımlarının nihai amacı insanın konumunu muhafaza etmektir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen ecdadımız, insanı yaşatmayı merkeze alırken sadece devletin bekası ve sosyal devlet anlayışının altını çizmekle kalmamış, asırlar önce kadim bir hakikati de dile getirmiştir.
“Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diyen bir hayat felsefesinden, ancak kurucu ve kuşatıcı bir sağlık anlayışı zuhur edebilir. Ve “tabip” kelimelerinin kökenlerinde ve mana evrenlerinde iyileştirme, selamete çıkarma anlamları olduğu kadar; bilgelik ve hikmetle birlikte hâlden anlama vasıflarının bulunması boşuna değildir. Eski Türk tıbbında “otacılar” olarak isimlendirilen zümrenin aynı zamanda bilge kişiler olması ancak bu hakikatle izah edilebilir.
"TIP İLMİNDEKİ GELİŞMELER, YENİLİKLER, BULUŞLAR, KEŞİFLER İNSANLIĞIN ORTAK MALIDIR"
Değerli dostlar, bu arka plan temelinde şu hususu özellikle vurgulamak istiyorum: Tıp ilmindeki gelişmeler, yenilikler, buluşlar, keşifler; hangi milletten, hangi devletten, hangi kuruluştan doğarsa doğsun, kaynağı neresi olursa olsun insanlığın ortak malıdır, ortak kazanımıdır, ortak sevincidir. İnsanlık kadar eski bu ilkenin, çağımızın kâr odaklı anlayışında maalesef geçmişe kıyasla zemin kaybettiğini görüyoruz.
Para kazanmayı, rantı, çıkarı, kâr hırsını teşvik eden kapitalist sistem, hayatın pek çok alanı gibi tıpla ilgili para dikte etmeyi de dönüştürüyor. İnsanlığın karşılaştığı modern açmazlardan biri, sağlık sektörünün ve özellikle onu domine edenlerin sınıfsallaşarak kendilerini geniş kitlelerden ayrı, ayrıcalıklı bir katman gibi görmeleridir.
Diğer husus da, tıptaki gelişmelerin insanın hayrına ve insan hayatının kurtarılması için kullanılacağı yerde aksi istikamette kullanılmasıdır. Bunun tıp ilminde ve tabiplik mesleğinde yol açtığı sıkıntıları, siz kıymetli bilim insanlarımızın takdir ve değerlendirmesine bırakıyorum.
Kadim tıp bilimini çoluk çocuğa sığdırmaya çalışmanın yanlışlığını en iyi sizler biliyorsunuz. Fakat ben burada bir gerçeği açık ve net söylemek durumundayım: Ataların ifadesiyle “Sağlığı olanın umudu, umudu olanın her şeyi var” demektir. Yani sağlık, her işin başıdır; mutlu ve huzurlu bir hayatın temel şartıdır. Gerçekten de, şayet sağlığınız yerindeyse, gerekirse taşı sıkar, suyunu çıkartır, bir şekilde hayatınızı idame ettirirsiniz. Ama sağlığınızı kaybetmişseniz, tüm dünya size altın tepside sunulsa bile gözünüzde hiçbir kıymeti olmaz.
Bunu bilhassa şunun için söylüyorum: Hastalanan her insanın kendini tedavi ettirme imkânı bulamadığı, nihai ürüne dönüşen tıbbi gelişmelerin insanların hizmetine eşit sunulmadığı bir dünya, kabul edelim ki adil, eşit ve yaşanabilir bir dünya değildir.
Hayatı sömürülemezse, insan onuru ticarileştirilemezse; insanın sağlığı ve bunun yanında hastalığı sömürülemez bir pazar veya meta olarak görülemez. İnsan ruhu ve bedeni, insan sağlığı ve hastalığı, sadece ticarete konu edilemeyeceği gibi bir tahakküm aracı olarak da kullanılamaz.
Gelinen noktada, dünyanın sağlık alanında daha sıhhatli, daha rafine, İbni -Sina ve Hipokrat çizgisine daha yakın bir bakış açısına kavuşması gerektiği anlaşılıyor. Evet, bunu açık yüreklilikle konuşmak, bunu tartışmak; böyle bir dönüşüm için ön almak, risk almak, mücadele etmek zorundayız.
Değerli kardeşlerim, kıymetli hekimlerimiz, tabii ki tüm bunları ifade ederken şu gerçeği de göz ardı etmiyoruz: Gazze'de tam iki yıl boyunca hastanelerin bombalanmasına, hastaların, sağlık çalışanlarının, çocukların, hatta gözdeki masum bebeklerin katledilmesine seyirci kalan bir dünyadan, böyle bir dünyaya geçmek şüphesiz kolay olmayacaktır.
İnsanlık, bir hayatı kurtarmanın sevincini kolektif olarak yaşadığı, dünyaya sağlıklı gelen bir bebeğin sevincini kendi sevinci olarak gördüğü zaman, inanın dünya cennete dönüşecektir.





