Merhaba Göktürk dergisinin kıymetli saat tutkunu okurlarımız, bu sayımızda Türkiye’nin önde gelen saat distribütörlerinden Edip Saat’in sahiplerinden Ersan Gürdal ile birlikteyiz.

Merhaba Ersan Bey, Sohbetimize klasik bir açılışla başlamak istiyorum, Edip saat markasının ilk ortaya çıkış hikayesini bizimle paylaşır mısınız? Elbette, markamızın kurucusu olan babam Edip Gürdal 1941 yılında daha henüz 12 yaşındayken Mardin’de Suriyeli bir Ermeni saat ustasının yanında mesleğe başlamasıyla hikayemiz başlıyor. Daha sonra meslekte ustalaşınca kendi dükkanını açıyor ve yaklaşık 30 seneden fazla burada mesleğini icra ediyor. Ancak Mardin’de daha fazla büyüme şansı olmadığı için mesleğine İstanbul’da devam etme kararı alan babam 1972 yılında Bakırköy’de ilk mağazasını açıyor, özellikle o dönem mağazasını Bakırköy’de açmasına anlam veremeyen ailesi ve akrabalarına bu bölgenin büyüyen bir potansiyeli olduğunu ve geleceklerinin burada olduğunu söyledi. O yıllarda duvar saatleri tam anlamıyla moda haline gelmişti, hatta yeni evlenen çiftlere hediye olarak götürülüyordu. Babam oldukça iyi bir otomatik saat ustası olmasının avantajını duvar saatlerinin tamirinde gösterdi ve bölgede kısa sürede marka haline geldi. Ben ve kardeşim babamızın markasını onun izinden giderek dahada ileri bir noktaya taşımak için canla başla çalışmaya devam ediyoruz.


Edip Saat bünyesinde şu anda kaç marka bulunmakta?
Şu anda bünyemizde yaklaşık 55 – 60 civarında marka bulunuyor, bu markaların başlıcalarını saymak gerekirse Tissot, Hamilton, Longines, Rado, Citizen, Seiko, ve Swatch diyebiliriz.


Gençler ve kadınlar arasında yeniden otomatik saatlere karşı bir ilgi oluşmaya başladı, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Bu konuyu iyi anlamak için hikâyenin biraz başına gitmek gerekiyor, 1970’li yıllar itibariyle Japonya’da başlayan yeni bir teknoloji bütün saatçilik dünyasını derinden etkiledi ve Quartz krizi diye bilinen döneme sebep oldu. İsviçreliler o güne kadar çok rahatlardı ancak 1976’dan 1983’e kadar geçen 7 yıl boyunca dünyada çok az sayıda otomatik saat satılabildi. Japonların bu hamlesine 1983 yılında Swatch grubun kurulmasıyla İsviçre bir karşılık vermek istedi, Swatch markasının rengarenk saatleriyle gençleri yakalaması sonrası gelen başarı ile birçok İsviçre saat markası Swatch grubu çatısı altında toplandı ve tek bir güç olarak Japonlardan rövanşı almaya başladılar. Gençler bugün özellikle dijital bir dünyada yeniden mekanik prensiplerin karmaşasına olan ilgileri ve farklı olma istekleriyle otomatik saatlere karşı giderek artan bir ilgi duymaya başladılar. 90’lı yıllar itibariyle Moda markası olarak tabir ettiğimiz Guess, Dolce Gabbana, Gucci gibi markalar piyasayı domine etmişlerdi, kadınlar bu moda markalarını bir takı ya da aksesuar olarak takıyorlardı. Bu süreç yaklaşık 20-25 yıl kadar bu şekilde sürdü. Bu süreçte kadınlar
otomatik saatlere karşı çok mesafeliydiler, ancak 2020 yılı itibariyle özellikle fuarların, sosyal medyanın ve influencerların da etkisiyle ki burada özellikle de Mert Kalafat’ı ayrı bir noktaya koymak isterim, otomatik saate yaklaşımda ciddi bir değişim yaşandı. Bu dönüşüm özellikle tasarımlarda inanılmaz farklılıklar ortaya çıkardı. Böylece daha önce saat markalarının tasarımlarında çok fazla hesaba katılmayan kadın saat kullanıcı kitlesi artık çok daha önemli bir konumda yer alıyorlar.


Akıllı Saatler için ne düşünüyorsunuz?
Belik çok klişe bir cevap olacak, değişmeyen tek şey değişimdir sözünü burada kullanmakdurumdayım. Şu bir gerçek, saatçilik pazarında çok büyük bir potansiyel hedef kitlesi var, burada her türden ihtiyaca ve isteğe göre bir ürün sunulabilir, ancak benim gözümde akıllı saatler bir saatten çok kola takılan bir telefon olarak değerlendiriyorum.


Sizin için özel bir anlamı olan bir saat markası ya da modeli var mı?
Aslında birçok model var ancak özellikle Longines Spirit Zulu Time bende hikayesiyle ayrı bir yeri vardır. Bu model 1900’lerin başlarında Atlantik’in uçarak geçilmeye çalışılmasını ve o dönemdeki birçok kahramanı temsil eder.


Güzel bir konuya temas ettiniz, günümüzde modeller birbirlerine çok daha fazla benzemeye başladı, yüksek satış fiyatlarını da düşünecek olursak
insanlar aldıkları saatlerin arkasında artık bir hikâye arayışındalar, ancak markalar bu güçlü hikayelerin etkisini kullanmak için Heritage saatler dediğimiz bir akıma kapıldı. Eski ancak güçlü bir hikayesi olan modeller yeniden ufak dokunuşlarla satışa çıkıyor, siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kesinlikle katılıyorum, özellikle İsviçre markalarında son yıllarda stratejik olarak bunu yaptıklarını görüyoruz, örneğin 1978 yılında ilk kez ortaya çıkan Tissot PRX modelini ki o yıllarda çokta tutan bir model değildi, Bu konuyu iyi anlamak için hikâyenin biraz başına gitmek gerekiyor, 1970’li yıllar itibariyle Japonya’da başlayan yeni bir teknoloji bütün saatçilik dünyasını derinden etkiledi ve Quartz krizi diye bilinen döneme sebep oldu. İsviçreliler o güne kadar çok rahatlardı ancak 1976’dan 1983’e kadar geçen 7 yıl boyunca dünyada çok az sayıda otomatik saat satılabildi. Japonların bu hamlesine 1983 yılında Swatch grubun kurulmasıyla İsviçre bir karşılık vermek istedi, Swatch markasının rengarenk saatleriyle gençleri yakalaması sonrası gelen başarı ile birçok İsviçre saat markası Swatch grubu çatısı altında toplandı ve tek bir güç olarak Japonlardan rövanşı almaya başladılar. Gençler bugün özellikle dijital bir dünyada yeniden mekanik prensiplerin karmaşasına olan ilgileri ve farklı olma istekleriyle otomatik saatlere karşı giderek artan bir ilgi duymaya başladılar. 90’lı yıllar itibariyle Moda markası olarak tabir ettiğimiz Guess, Dolce Gabbana, Gucci gibi markalar piyasayı domine etmişlerdi, kadınlar bu moda markalarını bir takı ya da aksesuar olarak takıyorlardı. Bu süreç yaklaşık 20-25 yıl kadar bu şekilde sürdü. Bu süreçte kadınlar otomatik saatlere karşı çok mesafeliydiler, ancak 2020 yılı itibariyle özellikle fuarların, sosyal medyanın ve influencerların da etkisiyle ki burada özellikle de Mert Kalafat’ı ayrı bir noktaya koymak isterim, otomatik saate yaklaşımda ciddi bir değişim yaşandı. Bu dönüşüm özellikle tasarımlarda inanılmaz farklılıklar ortaya çıkardı. Böylece daha önce saat markalarının tasarımlarında çok fazla hesaba katılmayan kadın saat kullanıcı kitlesi artık çok daha önemli bir konumda yer alıyorlar. 40 sene sonra yeniden ufak değişikliklerle çıkardılar, böylece marka bir nostalji ve tarih etkisini arkasına almış oldu. Son dönemde popüler bir akım haline gelen Heritage modellerde aynı etkiyi kullanıyor. İnsanlar geçmiş döneme duyduğu özlemi bu saatler ile bir nebzede olsa gidermeye çalışıyor.


Ülkemizden dünya çapında bir saat markası çıkabileceğini düşünüyor musunuz?
Türkiye’den birçok marka çıkacağını düşünüyorum, çünkü yeni kuşağın hayal gücü sonsuz. Öncelikle dört mevsimin yaşandığı ve doğal bir cennet olan bu ülkede sınırsız tasarım ve estetikte modeller yaratılabilir. Özellikle bu konuda Japonya’yı iyi takip etmek gerekiyor, tasarım ile mühendislik, arge ve pazarlama doğru bir şekilde harmanlanırsa bu topraklardan eşsiz marka ve modeller çıkacaktır.


Son olarak, Edip Saat olarak yeni
projeleriniz nelerdir?

İlk hedeflerimizden biri yüksek saatçilik markalarından birinin distribütörlüğünü alarak butik bir mağaza açmayı planlıyoruz, elbette bu alacağımız markanın modelleri sadece butik de değil diğer mağazalarımızda da bulunacak. İkinci olarak İstanbul’da yeni mağazalar açacağız, şu an lokasyonlar üzerine fizibilite çalışmalarımız devam ediyor.
Elbette günümüz dijital bir çağ, ürünlerimizin tanıtımı ve satışında en önemli kalemlerden biride “edipsaat.com”. Buraya çok daha fazla yatırım yapacağız ve marka bilinirliğimizi arttırmak için birçok yeni etkileşimde bulunacağız.