Papa 14. Leo, 27-30 Kasım tarihlerini kapsayan Türkiye temaslarına başladı. Türkiye'yi ziyaret eden beşinci Papa olan Papa 14. Leo, Ankara'da ilk olarak Anıtkabir'i ziyaret etti.
Papa 14. Leo, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından resmi törenle karşılandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Papa 14. Leo'nun baş başa görüşmesinde, Türkiye-Vatikan ilişkilerinin yanı sıra Filistin başta olmak üzere güncel bölgesel ve küresel gelişmeler ele alındı. İkili görüşmenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyaya mesajlarını iletiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Papa 14. Leo, ikili görüşmesinin ardından dünyanın en büyük 3. kütüphanesi konumunda olan Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi'ndeki Cihannüma Salonu'nda basın toplantısı düzenliyor.
İşte Erdoğan'ın konuşmasından öne çıkan satır başları; Çok kıymetli misafirler, hanımefendiler, beyefendiler… Sizleri şahsım, ülkem ve milletim adına en kalbî duygularımla, hürmetle selamlıyorum.
PAPA 14. LEO’YU VE HEYETİNİ ÜLKEMİZDE MİSAFİR ETMEKTEN BÜYÜK BİR MEMNUNİYET DUYUYORUM"
Saygıdeğer Papa 14. Leo’yu ve heyetini ülkemizde misafir etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Bir kez de sizlerin huzurunda kıymetli misafirimize ve heyetine “Ülkemize hoş geldiniz” diyorum.
Kendilerinin göreve başladıktan sonra ilk yurt dışı seyahatini Türkiye’ye gerçekleştirmesini her bakımdan çok anlamlı buluyorum. Bu müstesna ziyaretin, Türkiye ile Vatikan arasındaki köklü ilişkilerin dostluk, iş birliği ve karşılıklı anlayış temelinde güçlenmesine katkı sağlamasını canıgönülden temenni ediyorum.
Başta bu salondan yansıyanlar olmak üzere, ziyaret boyunca Türkiye’den verilecek mesajların Türk-İslam dünyasına ve tüm Hristiyan coğrafyasına ulaşacağına, dünyada barış umutlarını daha da artıracağına yürekten inanıyorum.
Kıymetli misafirimizin ziyareti, bölgesel ve küresel olaylar bağlamında son derece kritik bir zamana tekabül ediyor.
İnsanlığın yön arayışının hızlandığı, küresel düzeyde belirsizliklerin arttığı; Asya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Doğu Avrupa’ya gerilimlerin tırmandığı bir dönemde gerçekleşen bu ziyaretin, tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını ümit ve arzu ediyorum.
"İNSANLIĞIN ORTAK VİCDANINI İLGİLENDİREN GÜNCEL MESELELERİ ELE ALDIK"
Nitekim bugün verimli geçen ikili görüşmemizde, küresel barışın ve istikrarın tesisi konusundaki gözlemlerimizi ve ortak beklentilerimizi paylaştık. Milletlerimizin yanı sıra, insanlığın ortak vicdanını ilgilendiren güncel meseleleri ele aldık.
Göçe zorlanan insanlara sahip çıkmak kadar, insanları göçe zorlayan sebeplerin ortadan kaldırılmasının da önemine dikkat çektik.
Çatışmalar, insani krizler, yoksulluk, adaletsizlik ve iklim değişikliği gibi küresel sınamalar karşısında, barışı savunan, adaleti önceleyen ve merhameti esas alan bir yaklaşım etrafında buluştuğumuzu görmekten şahsen büyük bir bahtiyarlık duydum.
Kıymetli dostlar, burada öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum.
Türkiye olarak, üç kıtanın kalbinde, Doğu ile Batı’yı birleştiren, farklı kültür ve inançlar arasında köprü olan istisnai bir konuma sahibiz.
Biz, her fırsatta vurguladığımız gibi, ilhamını çift başlı Selçuklu Kartalı’ndan alan; yüzü ve yönü hem Doğu’ya hem Batı’ya dönük bir ülkeyiz.
Bin yıldır vatanımız olan bu topraklarda, her ırka, dine, mezhebe ve kökene mensup insanlar hiçbir endişe ve baskı olmadan özgürce yaşamıştır.
İstanbul’a, Hatay’a, Mardin’e, Diyarbakır’a ve birçok şehrimize gittiğinizde camilerle birlikte kilise ve sinagogları yan yana görürsünüz. İşte bu, ortak yaşam kültürümüzün tanıklarından sadece birkaçı.
Göreve geldiğimiz 2002 yılından bu yana yüze yakın kilise, manastır ve ibadethanenin restorasyonunu tamamladık. Bunların bir kısmının açılışına bizzat iştirak ettim. Yıl sonuna kadar beş eseri daha ibadete açmayı hedefliyoruz. Kültürel, dini ve etnik farklılıkları bir ayrışma unsuru olarak değil, tam tersine bir zenginlik kaynağı olarak addediyoruz. Her bir insanımız, dili, dini, mezhebi veya etnik kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci sınıf vatandaşıdır. Tek bir insanımızın dahi ayrımcılığa maruz kalmasına müsaade etmeyiz.
Bunun temelinde ise, yaradılığını yaradandan ötürü seven; kainata sevgi ve şefkat nazarıyla bakan bir medeniyet tasavvurumuz vardır. Bakınız, bundan 700 yıl önce Yunus Emre insanlığa nasıl sesleniyordu: “Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan, halka müderris olsa hakikatte asidir.”
Aynı şekilde Hazreti Mevlana da Divan-ı Kebir’inde şöyle diyordu: “Bütün insanlarda aynı ruh vardır. Fakat bedenler, tenler yüz binlercedir. Dünyada çeşitli diller, lugatlar var. Fakat hepsinin de anlamı birdir.”
Değerli dostlar, kıymetli misafirimizin yüzyıllardır farklı inançlara ait ibadethanelerin, kandillerinin aynı semayı aydınlattığı Türkiye’yi ziyareti, hem ülkemizin özel konumuna hem de ortak değerlerimize dikkat çeken anlamlı bir vesiledir.
Biz, farklı kültür ve medeniyetlerin bir arada, yan yana ve huzur içinde yaşadığı bir tarihin mirasçıları olarak, küresel barış ve istikrar ortamının serpilmesi için üzerimize ne düşüyorsa yapıyor ve yapacağız.
Medeniyetler çatışmasının kışkırtıldığı bir dönemde, Türkiye ve İspanya olarak ilk adımını attığımız, Birleşmiş Milletler çatısı altında ilerleyen Medeniyetler İttifakı girişimi, bu hassasiyetimizin en somut örneğidir.
20.yılını geride bırakan, 160’ı aşkın ülke ve kuruluşun mensubu olduğu Medeniyetler İttifakı’nın ulaştığı seviye, sadece ülkemiz adına değil, tüm insanlık adına çok sevindirici ve umut vericidir.
Tıpkı 20 yıl önce olduğu gibi bugün de çevremizdeki çatışma, kriz ve zulümler karşısında sorumluluk alıyor; kolay olanı değil, zor olanı seçerek barış, adalet ve istikrar için elimizi taşın altına koyuyoruz.
Milli gelire oranla dünyada en fazla insani yardım yapan ülkelerden biriyiz. 13,5 yıl boyunca 3,6 milyonu aşkın Suriyeli kardeşimize ev sahipliği yaptık.
Suriye’de olduğu gibi, Ukrayna’da da savaştan kaçan mültecilere, bilhassa savaş mağduru çocuklara kapımızı açtık. Karadeniz tahıl girişiminden esir ve cenaze takaslarına, tarafları ortak bir zeminde buluşturan pek çok adım attık. Son günlerde Rusya-Ukrayna savaşını sonlandırmaya dönük hareketliliği yakından takip ediyor, gerekli desteği ve katkıyı sunmaya çalışıyoruz.
"FİLİSTİN HALKINA EN BÜYÜK BORCUMUZ ADALETTİR"
Saygıdeğer misafirimizin barış ve diyalog yönündeki çağrıları da diplomatik sürecin başarısı bakımından son derece kıymetlidir. Herkes için adalet, herkes için refah, herkes için barış, herkes için huzur. Bizim gayemiz ve başarmak istediğimiz işte bunlardır.
Çok değerli dostlar, bölgemizdeki kalıcı barış ikliminin kalbinde Filistin meselesi vardır. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yetmiş binden fazla Gazzelinin katledildiği, iki yılı aşkın süren saldırılarda bu acı hakikate bir kez daha şahit olduk. İsrail hükümeti, aralarında kiliselerin, camilerin, hastanelerin ve okulların da bulunduğu sivil yerleşim yerlerini aylardır bombalıyor.
"1967 SINIRLARI TEMELİNDE İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM VİZYONUNU BİR AN ÖNCE HAYATA GEÇMELİDİR"
İsrail’in vurduğu ibadethanelerden biri de Gazze’deki tek Katolik kilisesi olan Kutsal Aile Kilisesi’ydi. Kendilerine bu vesileyle tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Saygıdeğer misafirimiz ve seleflerinin, özellikle Filistin meselesine yönelik dirayetli duruşlarını daima takdirle karşıladığımızın bilinmesini isterim. İnsanlık ailesi olarak Filistin halkına en büyük borcumuz adalettir. Bu borcu ödemenin yolu ise, 1967 sınırları temelinde iki devletli çözüm vizyonunu bir an önce hayata geçirmektir.
Bunun için öncelikle, Gazze’de varılan ateşkesin tahkim edilmesi, sivillerin güvenliğinin teminat altına alınması ve insani yardımların kesintisiz biçimde Gazze’ye ulaştırılması gerekiyor. Aynı şekilde, Kudüs-ü Şerif’teki tarihi statükonun korunması da çok önemlidir. Doğu Kudüs’ün tarihi kimliğine zarar verecek her türlü mütecaviz eyleme karşı birlikte hareket etmeyi sürdüreceğimize inanıyorum.
Burada şunu da ifade etmekte fayda görüyorum:
Türkiye, vatandaşlarının %99’u Müslüman bir ülke olarak, Hristiyan topluluklar dahil tüm inançlara saygıyı her yerde teşvik etmektedir. Ülkemizle birlikte, tüm bölgemizde mabetlerin, tarihi eserlerin ve kültür ile inanca dayalı kadim mirasın korunmasına büyük önem atfediyoruz.
Komşumuz Suriye’nin, uzun yıllardır süren çatışmaların ardından, farklı inanç, kültür, mezhep ve etnik kökenlerin barış içinde yaşadığı bir ülke yolunda attığı adımları destekliyoruz. Saygıdeğer konuğumuzun, uluslararası toplumun Suriye’yi yalnız bırakmaması yönünde yaptığı çağrıyı memnuniyetle karşıladık.
Şurası bir gerçek ki, tahammülsüzlük çatışmayı; çatışmada ayrışmayı, nefreti ve şiddeti besler. Batıda giderek tırmanan İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığı, bu kısır döngünün birer tezahürüdür. Sosyal medya ve popülist siyasetçiler, Müslümanlara yönelik ırkçı ve ayrımcı algıyı bilerek ya da bilmeden körüklemektedir.
Çoğu zaman politik kaygılarla görmezden gelinen bu hassas meselenin, yarın daha vahim boyutlara ulaşma ihtimalini göz önünde bulundurmalıyız. Türkiye olarak uzun süredir bu tehdit ve tehlikeye dikkat çekiyoruz.
Katolik Kilisesi’nin İkinci Vatikan Konsili sonrasında, diğer dillerin mensuplarıyla iyi ilişkiler geliştirme anlayışını bu bakımdan önemsiyoruz.
Şunu hepimiz çok iyi biliyoruz: Cenab-ı Allah, insanı bir erkek ve bir kadından yaratmıştır ve birbirleriyle tanışıp kaynaşmaları için soylar, toplumlar olarak var etmiştir.
Dolayısıyla aileyi koruyamazsak, bireyi koruyamayız. Bireyi koruyamazsak, insan olma bilincini muhafaza edemeyiz. Bu anlamda, hepimize çok önemli görevler düştüğünü bugün bir kez daha ifade etmek istiyorum. Şüphesiz ortak yanlarımız ve benzer yanlarımız, karşılıkların ve ayrımların fersah fersah ötesindedir. Hangi inançtan olursak olalım, hepimiz büyük insanlık ailesinin üyeleriyiz. Üzerinde yaşadığımız dünya, biz Allah’ın kulları için bir imtihan vesilesi olmasının yanı sıra, gelecek nesillerin de bize emanetidir. Bu emanete layıkıyla sahip çıkıp, bizden sonraki kuşaklara teslim etmek gibi bir sorumluluğumuz bulunuyor.
Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm, insanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez buyuruyor. Merhamet üzerinde, her zamankinden daha fazla durmamız gereken bir sürecin içindeyiz. Çevremize, diğer insanlara ve dünyaya merhamet nazarıyla baktığımız ölçüde, huzura, güvenliğe ve barışa doğru yol alabileceğimize inanıyorum.
Ortak zeminimizi güçlendiren çok önemli bir adım olarak değerlendiriyorum. Bu düşüncelerle, Katolik aleminin ruhani lideri, Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo’ya nazik ziyaretleri için şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum. Kendisine ve heyetine tekrar Türkiye’ye hoş geldiniz diyorum. Bu anlamlı ziyaretin, tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Katolik dünyasına barış, huzur ve esenlik temennilerimi iletiyorum. Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.
PAPA: TÜRKLER HARİKA BİR GEÇMİŞE SAHİP
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarının ardından kürsü başına geçen Papa 14. Leo'nun konuşmasından öne çıkan satır başları şöyle;
"Nazik karşılamanız için çok teşekkür ederim. Papalık dönemimin yurt dışı yolculuklarına, ülkenizi ziyaret ederek başlamaktan memnuniyet duyuyorum. Zira bu ülkenin Hristiyanlığın kökenleriyle ayrılmaz bağları vardır. Ve bugün de İbrahim’in çocuklarını ve tüm insanlığı, farklılıkları tanıyan ve takdir eden bir kardeşliğe davet etmektedir.
Ülkenizin doğal güzellikleri, bizleri Tanrı’nın yarattıklarını korumaya teşvik etmektedir.
Yaşadığınız bu toprakların kültürel, sanatsal ve ruhani zenginliği, farklı nesiller, gelenekler ve fikirler bir araya geldiğinde kalkınma ve bilgeliğin bir bütün oluşturacak şekilde birleştiğini ve böylece büyük medeniyetlerin şekillendiğini bizlere hatırlatmaktadır.
Bir yandan, insanlık tarihinde yüzyıllar süren çatışmaların olduğu ve dünyamızın hâlâ adaleti ve barışı çiğneyen hırslar ve seçimler nedeniyle istikrarlı olmadığı doğrudur. Aynı zamanda, karşımıza zorluklar çıktığında, böylesine muhteşem bir geçmişe sahip bir halk olmak hem bir armağan hem de bir sorumluluktur.
Yolculuğumun logosu olarak seçilen boğaz üzerindeki köprü imgesi, ülkenizin özel rolünü çok güzel ifade etmektedir. Akdeniz’in ve tüm dünyanın hem bugününde hem de geleceğinde önemli bir yeriniz vardır. Her şeyden önemlisi, iç çeşitliliğinize değer veriyorsunuz.
Asya ile Avrupa’yı, Doğu ile Batı’yı birleştirmeden önce bu köprü Türkiye’yi kendine bağlamaktadır. Bu köprü, ülkenin farklı bölgelerini bir araya getirerek ve bunu kendi içinde yaparak adeta duyarlılıkların kesişme noktasını oluşturmaktadır. Böyle bir durumda tekdüzelik yoksullaşmaya yol açar. Nitekim, bir toplum çoğulculuğa sahipse canlıdır. Çünkü o toplumu sivil toplum yapan, halkını birbirine bağlayan köprülerdir.